Ticaret mi , fason mu , yoksa üretim mi ?
Ticaret mi , fason mu , yoksa üretim mi ?
Ülkemiz özellikle son yıllarda yabancı markalar ile doldu , taştı .. AVM lerden tutunda köy bakkalına ya da kent marketine değin hep aynı markaları raflarında görmek olası ...
Artık yabancı çikolatadan , sakızdan , ayakkabıdan , sabuna değin her ürün alıcısının gözüne sokularak dayatılıyor... Önceden yurt içinde ,” yalnızca üretilemeyen “ ürünler satılırdı , şimdilerde ise üretilen yerli ürünler , pazar bulmada uluslar arası baskı nedeniyle zorlanıyorlar. Eskinin sömürgeci ülkeleri, şimdilerde küreselleşme adı altında kendi insanının ürettiklerini bizim ülkemizde kolayca pazarlayabiliyorlar. Bu durumda bizim köşe başında ki Köfteci ya da yerli bir marka , uluslar arası marka ile kolayca baş edebilirmi ? “Serbest Ticaret “ diye sıkça vurgulanan kavramın da işleyiş şöyle ; Uluslar arası her hangi bir kuruluş yıllar önce örgütlenmesini bitirmiş , dünya çapında yayılmış , kurumlaşmış ve uluslar arası tüm belgeleride alarak neredeyse dokunulmaz konuma yükselmiş ve sonunda yerel bir markanın karşısına dikilmiş.. Yabancı dev bir markaya karşı , apalayan yerel bir kuruluş . Tıpkı bir boksör ile çocuğun ringe çıkmasına benziyor... Ring , yurt içinde kurulmuş olmasına karşın , kuralları yine dışarıdan gelenler belirliyor....Bu sevimsiz durum ülkemizin şimdi ki çarpık gerçeği.. Tüm bu güçlüklere karşın aradan sıyrılmasını gerçekleştirmiş ve uluslar arası marka olmuş Türk kuruluşları da yeterli sayıda olmasa bile yok değil.. Üretim ve tasarım gücü bir ülkeyi güçlü kılan en temel niteliklerden biri olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak , hemen birkaç ülkeye göz atalım ; Çin , Japonya ve Almanya bu ülkeler tek başına yalnızca varsıl değil, aynı an da çok da güçlü.. Güçlü kılan temel öğe ise ,” özgün tasarım ve üretim “ Bunun yanında varsıl ülke konumunda bulunan Kuveyt , Suudi Arabistan ya da Bahreyn gibi ülkelere bakarsak , kendi tasarım ve üretimi olmadığı için şamar oğlanı konumundan kurtulamamışlardır. Saygınlıkları , söz geçerlikleri ve ağırlıkları yoktur . Bu zengin ülkelerin tek bir markasını , bilimsel bir katkısını , bir buluşunu duydunuzmu , gördünüzmü ? Yok ki görülsün ! Demek ki bir ülkenin çocukları bağımsızlıkları ve egemenlikleri için , saygı görmek için önce tasarlayacaklar ve bunu üreterek ülkelerinin gerek duyduklarını yine o ülkenin çocukları karşılayacak. Bu ülkenin insanlarına saygı duyulmaz mı , kim vize uygulayabilir ? Kim iç işlerine karışabilir ? Kendi işini kendi yapar , kendi kararını kendi alır..Kimse ona işini öğretmeye kalkamaz..
Bu gün ticaret ya da alsatçılık yapan pek çok sermaye sahibi kişi ve kuruluşlar , Özellikle bir ölçüde para biriktirenler ya da sermaye bulmada zorluk çekmeyenler , acaba daha başka ne yapabiliriz ? ya da hangi yabancı kuruluşun bayii olabiliriz arayışı içine sık sık girebiyorlar .
Kuşkusuz , satış yapan kuruluşların alıcılarını da , yalnızca bulunduğu yerin yakınlarında bulunan halk kitlesi oluşturur . Örneğin bir Buzdolabı bayiine ya da bir satış birimine başka bir kentten ya da yurt dışından alıcı neredeyse hiç gelmez .Buna karşın aynı kuruluş ürettiği mal ile işte bu var olan sınırları aşarak kendi ürünüyle onlara ulaşabilir. Sınırları parçalayabilir . Gelemeyenlerin yanına kendi ürünü ile gidebilir. Başta yurt içi olmak üzere dünyanın her bölgesine malını tanıtabilir , sanalağda sergileyebilir , ve en sonunda da satış işlemini gerçekleştirebilir. Kuşkusuz bu kolay bir süreç değildir . Ancak , başlandığında ve doğru çalışıldığında , nitelikli mal üretildiğinde hep aşılmış evrelerdir... Dünya çapında ki tüm kuruluşlar da ki “onlar için az zorlu süreci “ şöyle ya da böyle aşarak buralara gelmiştir. Özellikle günümüzde üretime soyunmanın ve çıkan ürünü duyurmanın çok kolaylaştırıcı bir boyutu daha bulunmaktadır. Bu da dünyanın her yerine ulaşabilen , 24 saat açık kalan Fuar gibi , SANALAĞ ortamıdır.
Pek çok yabancı , ev ortamında yaptığı bize göre basit ürünleri bile İnternete taşıyarak çok geniş kitlelere duyurabilmektedir. Bu küçük eylemi bizler genellikle göz ardı ediyoruz . Oysa Türk insanı yaratıcı özelliği ile önemli , önemsiz demeden , “Turşu nasıl doğal yapılırdan tutunda , Semer yapımının inceliklerine değin kendi dünyasında başardıklarını, yakınında bulunan genç kuşağın da yardımıyla Sanal dünyaya taşıyarak kendini ve ürününü tanıtmalı, arayanlara duyurmalıdır . Bilmelidir ki , o bilgileri bilenleri , arayanlar da var. Kesinlikle bir süre sonra olumlu bir geri dönüş olacaktır,,. Günümüzün en önemli çağdaş bilgi kaynağı ve aranılana erişim ağı kullanılarak , her hangi bir dağ köyünde bile üretilen bir ürünün bununla pek çok yere ulaşılabileceği denenmelidir .
Az önceki yeni arayışlara yönelme gereksinimine yeniden dönersek , burada karşımıza büyüklük boyutuna bağlı olarak üç ayrı kesim çıkmaktadır. İlki , büyük sayılabilecek anapara sahipleri . İkincisi , orta ölçekli işletmeler . Sonuncusu da ev ortamında bile üretime başlayabilecek küçük işletmeler. Önerilerimin her üçünüde kapsadığını öngörüyorum. Büyük gibi görünen işletmelerin dahi pek çoğu kendi ürünleri yerine , yabancıların ürünlerine soyunmuş durumdalar. En son örneği yerli araba üretimi diyorsunuz ! karşınıza Koç ve yanında FİAT çıkıyor . Koç , İtalyan Fiat’ı Türk malı diye sunabilirmi ? İtalyan mühendisinin tasarlayacağı bir taşıtı Türk malı olarak sunulabilirmi ? Toyota ‘yı Japon , Renault ‘yu Fransız , Tata ‘yı Hintli , Mercedes’i Alman mühendisi tasarlayıp uluslar arası fuarlarda kendi bayraklarının altında sergilerken , biz İtalyanların tasarladığı arabaya nasıl olupta ! “BU ARABA TÜRK MÜHENDİSLİĞİNİN ÜRÜNÜDÜR . diyebiliriz ? Öyleyse önerimiz başta iriler olmak üzere şöyledir ; “Artık itilip , kakılan Vagon olmaktan kurtulup Lokomatif olmanın vaktidir . “Ülkemiz ne çektiyse bu yabancının ardına takılanlardan ve takılmaktan çekti. Türk mühendisinin , Türk işçisinin önünü açmak, ancak onların tasarladıklarını üretmekten geçer.Bunu başarıyoruz . Daha iyisinide yapabiliriz. Yeter ki yönetime soyunmuşlar kendi ulusuna azıcık inansın ve güvensin.
Orta ölçekli işletmeler , söz gelimi pek çoğu 10 yıllardır atadan gördüklerini üretmeyi sürdürüyor... Mobilya üretiyor . Helva , şeker , mengene , destere ya da Kenar Bandı Yapıştırma Makinesi üretiyor. Oysa , satışları gittikçe azalmış , piyasaya aynı makineyi üreten pek çok yeni kuruluş girmiş . Satmak için birbirlerinin fiyatlarını kırıyor. Ucuz vereceğiz diye nitelikten ödün veriyor . Kısaca genel anlamda düzey alçalıyor..... Oysa her ürünün bir üretimi sürdürme ömrü vardır... Ya ürünü sürekli AR-GE ile geliştirip çağdaşlarının önüne koyacaksın , ya da ülke içinde yapılmayan emek yoğun değil , bilgi yoğun bir ürünü seçip onun üretimine başlayacaksın . Yok eğer firma , piyasası doymuş ürünü üretmeyi inatla sürdürmek isterse , bundan en çok kendisi zarar görecektir...Tek başına bir kaçış yöntemi olarak , “ Biz de geri kalmış ülkelere malımızı satarız “ bakış açısı , kuruluş için yeterli değildir. Satın alacak ülkeler bulunabilir , ancak bunlar hep geçici çözümlerdir , ivedilikle yurt içinde üretilmeyen daha karmaşık makine ve ürünlerin üretimine soyunmak gerekir. Çağdaş olmayan ürünler kısa sürede geri tepmesede , yerinde saymaya da izin vermez. Bir adım iyi ürün pazarı kapıverir . Bu gün Hindistan , kendine uygun Üçtekerli Patpat’ı akülü ya da motorlu üretip hem yoksulu bol kendi ülkesinde , hem de yabancı ülkelere oldukça ucuza satabiliyor . Ülkemizde bu boşluğu gören Afyon / Çobanlarda üretilen Patpat ve Konya da yapılan Üçteker motosikletlerde bunlara örnektir. Keşke bu yerel üreticiler de eskinin Arçelik ( İtalyan ) Triportör ‘ ü gibi uluslar arasında satılabilir nitelikte bir taşıt üretimine sıçrayabilseydi..
Özellikle fason çalışma yöntemi bağımlılığı ve sonunda da güdük kalmayı beraberinde getirir. Hiçbir ürün tasarlayamayan , bir ürünün yapılmasına soyunamayan , özgüven gösteremeyen kuruluşlar ; boşlukları gören , halkın gereksinimlerini sezen , buluş yapan tasarlayan ve üreten kuruluşların oyuncağı olmaktan öteye gidemezler.. Bunun ölçütü MARKA olmak ya da MARKA olamamaktır... Marka olamayan işletmeler , Marka olmuş işletmelerin gönüllü tutsaklığı yapar... Parayı marka kazanır , tutsak ise sürekli olarak yeni makineler alarak onun tasarımlarını üretmeyi sürdürür.. Önünü göremez , iş planını marka yapar . Tutsak bu plana uymak zorundadır. Çepeçevre bağlanmıştır. Kuraları marka belirler... Kafa patlatmadan emek yoğun bu hazır ve sınırlı sürekli az kazanç , Tutsağı yakalamış ve kendine bağlamıştır. Tutsak bu durumu da kolaylıkla bırakmak istemez Bir gün markanın işleri kötü giderde , fason siparişi azalıpta , ortalıkta cas cavlak kalınca , takkeyi önüne koymak zorunda kalır.
Fason üretim = işe yeni başlayanlar ve tasarım gücü olmayanlar için geçerlidir . Yıllarca fason üretim yapan işletmelerde sağlıksız bir yapı gelişmiştir. Daha ötesi bazı yerli kuruluşlar şunla öğünürler , biz Almanya ya “kanalizasyon kapağı “döküyoruz.. Almanya da çevreyi kirleten Dövme , Döküm ve Kimyasal boya işletmeleri yıllar önce kapatıldı... Bu ürünleri artık geri saydıkları ülkelere yaptırtıyorlar . Sipariş verirken de yine mal satıyorlar . Diyorlar ki “AB gereğince çevreyi kirletmeyeceksin “ Eee Doğru . Peki ne yapacağız ? Zararlı atıkları önlemek için tesis ve laboratuvar kuracaksın . Peki , bu aygıtların yerlisi var mı YOK.. Ne tutar ? Bir bakıyorsunuz , yıllarca adamlara başa baş , neredeyse bedavaya döküm yapmışız .. Bu AB ye sormak gerek Çevre duyarlılığı için bize kurdurmak istediğiniz tesis ve laboratuvarı niçin kendi ülkenizde kurmuyorsunuz da Türkiye dayatıyorsunuz ?
Eğer fasoncu olarak kalırsak , sipariş veren ,yarın çıkarları doğrultusunda emirde verir...
Özet olarak , yeteneklerine , bilgisine , girişimciliğine , çalışkanlığına ve zekasına güvenen kişi ve kuruluşların ,çıtalarını üretim boyutuna çıkarması ya da zor ürün yapmaya soyunması artık kaçınılmaz bir gerekliliktir..Güçlü ülkeler arasına katılabilmemiz ticaretten , para hareketlerinden , bankacılıktan , hizmet söktöründen , bacasız sanayi dedikleri yutturmacadan değil , doğrudan ÜRETİM ile başlar AR-GE ile sürer ve ÜRETİM ile biter. Üretimin olduğu yerde diğer gerekler , diğer yardımcı alanlar zaten kendiliğinden gelişir....
Satacak mal var ise Pazarlama , Taşınacak mal var ise Taşımacılık , Alver varsa bankacılık ve hizmet alanları yerli yerine daha sağlıklı oturarak gelişir ve dünyaya daha sağlam zeminle açılır. Çünkü başkasının malını değil , kendi insanımızın malını satma konumuna gelmişizdir ki , Bu gün bize uygulanan ve hiçbir dönem katlanamayacağımız yüz kızartıcı VİZELERİNİ , yüz kızartıcı DAYATMALARINI ve yüz kızartıcı İÇ İŞLERİMİZE KARIŞMALARINI üretim gücümüzle bir an da ters yüz edebiliriz....
ÜRETİM için” YERLİ TASARIM VE YERLİ UYGULAYIMBİLİM ÖN KOŞULDUR.” BU OLMAZSA OLMAZ . ZORUNDAYIZ ve BUNU BAŞARACAĞIZ....
18 01 2012 / Ferit Baltacı